Perşembe, Aralık 20, 2007

Bira Reklamları

Çarşamba, Aralık 12, 2007

Perşembe, Ekim 04, 2007

Cuma, Eylül 21, 2007

İsmail geçersiz bir işlem yürüttü kapatılacak.

Uykusuz'un kapağı gayet açıklayıcı,



Bu adam gibi biri yüzünden youtube'u kapatan zihniyete tüküreyim. Sansürcü manyaklar sarmış dört bir yanımızı. Ben bunu anlamıyorum. Ben o videoyu alır 10 yere koyarım. Yani youtube'un suçu ne ? Benim suçum ne ki youtube'u izleyemeyeceğim ? Benim suçum ne ki böyle insanların ülkesinde doğmuşum ?

Çarşamba, Temmuz 11, 2007

Blogcu.com da sansürcülere katıldı

http://antidin.blogcu.com Adresindeki site sansürlenmiştir.
---------------------------------------------------
Blogcu.com - Warning
Publication of this blog is suspended. Blogs that have any legitimate proceedings or improper content are cancelled by blogcu.com. If you want to report any other blog address please mail to: abuse AT blogcu.com


Blogcu.com - uyarı
Bu blogun yayını durdurulmuştur. Uygunsuz içerik barındıran veya hakkında yasal olarak kapatılması için bildirim yapılan siteler blogcu.com tarafından durdurulmaktadır.
------------------------------------------------------------

Bir de açıklama eklemişler.

Önemli açıklama:
Blogcu, sansür uygulanan bir yayın alanı değildir. Ancak, kanunen yayımlanması yasak olan içeriğe izin vermemiz mümkün değildir.


-------------------------------------------------------------------

Blogdaki başlıklara bakarsak

Ayşenin evlilik yaşı
İslam evrensel değildir
Başka Tanrının Çocukları
Demirciler buraya bakırcılar sıraya
İslam ve şiddet
Hindulardan namaz öğreniyoruz
Yemin eden Tanrı
Lanet eden Allah
Nasıl Müslüman olduk..
Muhammed in konuştuğu an
Kuran ın uzayı
Atatürk e dil uzatanlara
Atatürk dönemi laiklik
Atatürk dönemi Tarih Kitapları

Görüldüğü gibi Ateizm konulu siteler düzenli olarak kapatılmaktadır. Sürekli gönderilen maillere rağmen hangi içerikten dolayı kapatıldığı açıklanmamıştır. Herhangi bir savunma ya da söz hakkı tanınmamıştır. Herhangi bir mahkeme kararı var mıdır bilinmemektedir. Tek bilinen şey ise Ateizm konulu tüm siteler düzenli olarak kapatılmaktadır. İnanç hürriyeti için ülkeyi neredeyse kana bulayacak olanlar, resmen inanmama hürriyetini tanımamaktadır. Bu yüzyılda bu kafa...

Pazartesi, Haziran 25, 2007

Bilimin Şimdilik Bilemedikleri

Bilim Teknik dergisinin 2005 yılında yayınladığı makaledir.



Bilimin Şimdilik Bilemedikleri

Çarşamba, Haziran 13, 2007

OKS’de manyetik alan sorusu

ABD'nin elektronik uçakları devrede
Teslim olan Terörist UZAKTAN KUMANDALI MAYINLARI ANLATTI
Mehmet Altan OKS’de manyetik alan sorusu...

Bir aralar F16'ların yolların üzerinden uçarak mayınları patalttığı ama Pkk'nın yeni mayınlarına etkili olmadğı yazılıyordu basında. Bu aralar bu gerçeği çok kötü biçimde öğrendik.

Gene geçenlerdeki bir haberde de Amerika'nın elindeki bu tür bir engelleme teknolojisi olduğu ve kimseye satmadığı yazıldı.

Ahmet Altan - Mehmet Altan - Mehmet Barlas'da bu konuya değindi.

Terörün azalması hepimizi gevşetmiş. Sanırım işi bu olanlar tatile çıkmıştı. Ancak 4 yıl tatil için uzun bir süre.

Türkiye geçenlerde 20 milyon dolarlık başka bir ihaleye daha çıkmaya hazırlanıyordu. Küçük casus uçaklar. Bir arkadaşımın askerde rütbelilere sorduğu bir soruydu bu. Bu kadar askerle operasyonlara çıkılacağına tekonolojik imkanlar kullanılmaz mı diye ?

Bu nasıl bir iş ise teröristler teknolojide önümüze geçmeye çalışıyor ???

Sorumluluk sahibi olmak zor elbette, koltukta oturmak için gelmediler o mevkilere.

Bizim gördüğümüzü bildiğimizi bilmiyorlar mı ?

Saddam'ın Cumhuriyet muhafızlarını Amerika altı ayda geçemez diyen paşalarımız vardı. Sanırım orduyu eleştirmek zorundayız. Bundan hoşlanıp hoşlanmadıkları da hiç umrumda değil.

Ben her türlü ezberi bozarım. Ordu benimse onu da eleştiririm. Hatta bunu vazife sayarım. Çünkü iyi yönde getirilmiş bir eleştiri bazen tam da gerçeği söyler.

Pazar, Haziran 10, 2007

Dünya Paris Hilton'u adam ediyor.

Dünyayı umursamaz bir edayla yaşıyordu. Erkek arkadaşıyla yaşadığı yatak maceralarını kendisi satmak istedi. O hep şımarıktı. Çok da ilgilendirmiyordu hiçbir şey onu. Kâh Britney Spears ile kâh başkasıyla barlardaydı. Sesi yoktu ama müzik albümleri yapıyordu. Oyunuculuğu yoktu ama filmler çeviriyordu. Zaman aktı, zaman döndü. Bir eğlencelik olarak kaldı. Bir eğlencelikti artık o popcorn olmuştu, mezeydi o. Şimdi hapsi kaldırmıyordu bünyesi. Yalvar ayakar çıkarttılar ama fazla duramadı dışarda.



Ağlıyordu hapse geri dönerken, mızmız değildi. Şımarık hiç değildi. o ağlarken insanlar hâlâ onun memelerine bacaklarına bakıyordu. Belki de gerçekten en acınacak haldeydi. Belki de merhamete en ihtiyaç duyduğu anı yaşıyordu hayatındaki. Kimse bunlarla ilgilenmiyordu. Acılar paylaşılarak hafifler ama o hiçkimseyle paylaşamıyordu acısını ve her an büyüyordu acısı.



Eskiden o dünyayının hallerini umursamıyordu, şimdi ise dünya onun.



Bizler düşene güleriz be kızım doğamız bu.



Sen gülünce gülenler sen ağlayınca seninle ağlayacaklar mı sandın ?



Herkes kıçıyla gülüyor şimdi sana. Herkesi adam ediyor dünya, işte bir şekilde!

Pazartesi, Haziran 04, 2007

Ateizm.org adresine de ulaşım engellendi

Son dönemlerde bildik erişim engelleme olaylarına bi yenisi daha eklendi. Fikirlerle mücadele edemeyenler hep kaçak güreşiyor.

Türkiye'de Ateizm konusunda fikirlerini paylaşan bir topluluğa bu reva görüldü.

Bakınız ülkemiz aydınlarından dünyaca ünlü yazar Aziz Nesin'den ve İslam bilimleri uzmanı Sayın Turan Dursun'dan kısaca bahsetmek istiyorum. Yıllarca yazılarından dolayı baskılara maruz kalmış olan yazar Nesin, seksenli yaşlarına merdiven dayamışken yakılmaya çalışılmış ve tesadüfen kurtulmuştur. Ancak bu elim olayda 36 aydınımızı ne yazık ki kaybettik. Sayın Dursun ise bir suikast sonucu öldürülmüştür.

Bu iki örnek neden insanların rumuzlarıyla interneti kullandığını çok güzel açıklamaktadır.

Lütfen dikkat ediniz!
Türkiye'de mevcut İslamcı iktidar partisinin görüşleri doğrultusunda bir yapılanma söz konusudur. Bu yapılanmanın gereği olarak en temel haklarımız ortadan kaldırılmaktadır. Artık düşünme ve düşündüğünü ifade etme hakkımız da ortadan kaldırılmıştır diyebiliriz.

Türkiye'de en bilinen ve Ateizm konusunda yıllardır sohbetler edilen www.ateizm.org adresine; hiçbir haber verilmeden ve hiçbir gerekçe gösterilmeden ulaşım Türk Telekom tarafından engellenmiştir.

Tam da Der Spiegel dergisi Mayıs sayısının kapağına Herşeyin suçu tanrıda yazmışken.

Cumartesi, Haziran 02, 2007

Open Dns

Bu konu bu aralar bizim için çok önemli. TTnet kafasına göre önüne gelen siteyi blockladığından bu şart olmuş durumda. Buraya copy/paste yapmak istemediğimden bir adres vereceğim. Arkadaş blogunda gayet güzel yazmış.

http://az.cokh.net/yazilar/opendns/

Beni söylemek istediğim ise şu, bu kadar uzun lafa gerek yok.

Dns sunucunuzu otomatik değilde
208.67.222.222
208.67.220.220

adreslerine yönlendirin.

Çarşamba, Mayıs 30, 2007

Türkiye K.Irak'ı mı tartışıyor ?

Bu aralar herkes bu konuda konuşuyor. Büyük bir harekattan bahsediliyor. Bence burada olgunlaştırılmaya çalışılan düşünce bu değildir.

Bence Türkiye K Irağa girmeyi felan tartışmıyor. Türkiye gayet de
parçalanmış bir Irak'a Kerkük'ü bırakıp bırakmamayı tartışıyor. Misaki
milliyi tartışıyor. Dış işleri bakanının dediği gibi biz refarandumla o
toprakları Irak'a bıraktık, ya Irak biterse ???? Bakınız bu Atatürkçülük
coşkusunun altında Akp'nin iflas etmiş politikaları yatıyor. En başta
da "Kürt sorunu" muhabbeti. Akp o lafla kendini bitirdi.

Özüne gelirsek bu ülkedeki en önemli mesele ekonomidir.

Elimizde yıllar önce kurulmuş bir boru
hattı, İskenderun'da rafineriler ve dünyaya paşalar gibi petrol
satılabildiğimiz bir yumurtalığımız var. Tek eksik büyük bir petrol yatağıdır.

Bence
pkk'ya saldırmayı felan değil Kerkük referandumunu tarışıyoruz. Zira Pkk'ya zaten saldırıyoruz. Bu yıl olacak
olan en önemli şey o referandumdur. Türkiye'deki seçimlerin önemi de bundandır. Ne olur
yani bizim için ? Ne değişecek ? İşte seçimlerle iktidara gelecek olanlar buna karar vereccektir.

Bugün milliyet gazetesindeki bir haberde AB brökratlarının K.Irak'a girilmesi durumunda AB üyeliğinin hayal olduğu söyleniyor. Peki AB'yi halk gerçekten istiyor mu ?

Bizler millet olarak hep savaşları, ölümleri, fakirliği paylaşmışız. AB bize ne verebilir ? Yılda bir kaç milyar dolar bize ilaç gibi gelir. İran'ı yaşatan şey petrolüdür. Petrolü olan bir Türkiye ?!?

İşte herkes bundan korkuyor. İşte herkes bunu tartışıyor. Kekük ne olacak ? Biz aslında bunu tartışıyoruz.

Salı, Mayıs 22, 2007

Adnn Oktr yine meydanda

Özellikle Cumhurbaşkanlığı seçimden önce Adnn Oktr büyük bir hamle
başlattı. Bilindiği gibi kendisinin paranoid-şizofren raposu vardır.
Ancak bu kişinin adıyla özdeşleşmiş cemaat/birlik tamamen Fettullh
Güln'e bağlıdır. Amerika'daki Bush ve ekibinin de dahil olduğu
Evangelistlerle çalışmaktadırlar. Bu Adnn Oktr birliğinin asıl işlevi
çeviri yapmaktır. Evangelistlerin yayınlarında geçen İncil sözcüğünün
yerine Kuran, İsa sözcüğünün yerine Allah yazarak metinleri
türkçeleştirirler. İncil'deki ayetlerin benzerlerini Kuran'da bulurlar
ve çeviride değiştirirler.

Bu bağlamda birçok kitap dergi internet sitesine sahiptirler. Bu
kişinin hemen hepsinde adı Harn Yahy olarak geçer. Eğer kendisi ile
ilgili sitelere girer ve biyografisini okursanız, bunu da açıkça
söyler. Ancak bu kişinin değil kitap adını yazması bile başarıdır. Zira
bazı kitapları akli dengesi yerinde olmayan birinden çıkmışa
benzememektedir.

Bu yayınlarla ile ilgili olarak bu seneye kadar pek bir şey
yapılmıyordu. Nedenini ve nasılını kendi sitelerinde açıklayan bir kaç
öğretim üyemiz, Bilim ve Gelecek adlı dergilerinde "Neden Harn Yahy'yı muhatap aldık" diyerek yayınlardaki içeriğe itiraz etmeye başladılar.

İşte hem Akp'nin Amerika'dan gelen emirler gereği yarattığı
Cumhurbaşkanlığı rezaleti hem de bilim insanlarının (güya onun) yazdığı
safsatalara cevap vermeye başlaması Harn Yahy'yı kontrol edenleri
çileden çıkardı. Şu an belki haberiniz yoktur diyerek söylüyorum,
yaklaşık yüz tane web sitesine erişimi kapattılar. Bu sitelerin çoğu
hiçbir suç unsuru içermeyen, evrimle ilgili ya da onların yayınlarına
cevap niteliğinde bilimsel yazılar içeriyordu. Bazılarında ilgili
cemaat/cemaatlerden kaçanlar/kaçabilenler, oradaki durumu anlatıyordu.
Hatta Adnn Oktr cemaatine girmiş ve artık çocuklarını göremeyen
ailelerin dertleştiği siteler bile kapatıldı. Ekşi sözlük sitesinin
kapatılmaya çalışılması ile olay televizyonlara bir miktar yansımış
oldu.

Öncelikle Amerika'nın planları gereği şu an birçok şey oluyor.
Araplara satılmış olan telekom kafasına göre işler yapıyor. Mesela
inanılmaz zamlar yaptılar, muhakkak fark etmişsinizdir. Mesela bir
generalimizin telefonunun dinlenmesi de bu resimdeki bir parçadır.

Şu an Adnn Oktr ile ilgili yargıtay bir karar verdi. Bu da tesadüf
değildir. Ben olayları az çok takip ettiğim kadarıyla bu olay da
Akp'nin kan kaybetmesinin ve milli güçlerin/reflekslerin yeri büyüktür.
Aynı şekilde muhtemelen yakında çıkacak olan bir kararla Adsl
abonelerinin ev telefonu bağlatma zorunluluğu da kalkacaktır. Yani bazı
taşlar yerinden oynuyor, bazıları oturuyor.

Metal Fırtına adlı bir kitapla başlatılan pskilojik harbin sonuna
doğru geliyoruz. Bizim yenileceğimizi öngören senaryolarla üzerimize
geliyorlar. Bu bağlamda inancımızın tam ve kesin olması her şeyden
önemlidir. Her yönden saldıracaklardır.

Yıllardır yurtlar dersaneler v.s. ile kendilerine sonuna kadar inanmış,
beyinleri yıkanmış bir güruh yarattılar. Mesela bunlar için Harn Yahy
dünyadaki bilimin tek kaynağıdır. Onlar cemaatler, tarikatler biçiminde feodal bir örgütlenme
öngörmektedirler. Tek ve bütün bir oy gücü ile iktidara istediklerini
getirip emirleri yerine getiriyorlar.

Peki burada din nerede ? Ben bu tür tartışmaların bir şekilde dine
çekildiğini hep görürüm. İşte "dindarlara saygılı olmak" şeklinde
konuya yaklaşarak; yurtlar, dershaneler v.s. ile beyni yıkanmış bir
güruh yaratıyorlar. Tamamı bilimsel safsata olan şeyleri de inanılmaz
bir mali finans ile sürekli basıp yayınlıyorlar. Bu insanların bu işe
akıttıkları parayı tahmin edemezsiniz. Papalığın sadece evrim karşıtı
yayınlar için yılda 5 milyar dolar ayırdığı söyleniyor. Bu kadar büyük
bir para ona ulaşmak için her şeyi söyleyebilecek kendi "bilim
insanları"nı da yaratıyor, elbette.

Perşembe, Mayıs 17, 2007

Bir Efsane daha bitti!

Bugün radikal gazetesinin geçtiği habere göre,"Nokia Hindistan ve Çin gibi ülkelere yönelik tasarladığı 1200, 1208 ve 1650 kodlu cep telefonlarına ilginç bir özellik ekledi. Bu cihazlar şarj olduktan sonra fişi prizden çıkarmanız konusunda sahibini uyarıyor. Nokia'nın hesabına göre kullanıcıları bu uyarıyı dikkate alırsa şarj cihazlarının fişe takılı durumdayken boşa tükettiği enerjiyle yılda 85 bin evin elektrik ihtiyacı kadar tasarruf yapılabilir. Bunu bütün kullanıcıların yapması durumundaki tasarrufu siz hesaplayın! ".



Yani şarjda bıraktığımız şarj aletleri durmadan elektirik yemekte.

Pazar, Mayıs 13, 2007

13 mayis 2007 Cumhuriyet mitingi ve Zülfü Livaneli'ye attığım mail

Sayın Livaneli,

Mitingi canlı yayında KanalTürk’te izliyordum. Çünkü diğer miting yayını yaptığını söyleyen kanallar, yayınladıkları tartışma programı adlı kuru gürültülerle, oradaki ne konuşmaları ne de atmosferi yansıtmamaya yeminli gibiydiler.

Sizi orada görmekten son derece memnun oldum. Bana kalırsa sadece siyasi partiler
değil Sayın Mustafa Sarıgül’den Sayın Altan Öymen’e herkes orada olmalıydılar.
Siz de takdir edersiniz ki, bu mitingler özünde kesinlikle bundan başka bir
arzunun eseri de değildir. Eminim insanların sizlere söylemekten, sizin de
dinlemekten sıkıldığınız bir şeydir bu birleşin sözleri. Ancak bundan başka da
size diyebilecek neyimiz var ? Sizler entelektüeller
olarak bizlere yön verenlersiniz. Ancak bu mitinglerde açıkça söylenenleri
dikkate almamanız herkesi kahredecektir.

Bugün orada platformun üstünde ettiğiniz bazı sözler beni çok üzdü. Çünkü bu mitingleri düzenleyenlerin ne kadar öz verili olduğunu atladığınızı düşündüm. Umarım gerçekten size karşı yanlış bir tutum içersine girmemişlerdir. Olanlar bir aksilik bir yanlış anlaşmadır. Emin olun oraya sizi davet edenler asla böyle bir şeyi arzu etmemiştir. Olanlar en fazla basitçe birilerinin suçudur. Açıkçası sizi orada biraz gergin gördüm. Umarım artık sükunet içersindesinizdir.

Size bu e-postayı atmama neden olan olayı açıklamama izin verin. İnternette bir yazıdaki bir link !? O link haber7 aldı şeriatçı bir yayın organına ait. Orada komiteyle aranızda geçenler, Chp’den ayrılmanız, belki Sayın Deniz Baykal’la aranızın soğuk olması onları ne kadar mutlu etmiş, şaşırırsınız. Düşmanlarımız çok sayıda ve de güçlüler. Sizlerden demir lokmayı yutmanızı istediğini, halk da biliyor. Ancak bu bir Kurtuluş savaşı değilse nedir ?

Birleştirici temalı o konuşmanızı takdirle karşıladım. Ancak bazı şeriatçı yayın organlarında Sayın Türkan Saylan’dan Sayın Nur Serter’e kadar inanılmaz bir karalama kampanyası başlamış durumda.

Medya konusunda sadece şu örneği vermek istiyorum. Time dergisinin geçen ekim sayısındaki bir makaleyi okumuştum. Sonra tesadüfen aynı makaleyi Zaman Gazetesi’nin bir haberinde
gördüm. Okuduklarıma inanamadım. Makalenin 180 derece zıttını yazmışlardı. Makalenin türkçesini
internette buldum, türkçesini okumak isteyebilirsiniz diye ekliyorum.

Uzun sözün kısası; artık safların belirginleştiği bugünlerde sizi o meydan da
görmekten ne kadar mutlu olduysam orada olanlardan da o kadar
üzüldüm.

Herkesi sağduyuya çağırmak şüphesiz en doğru harekettir. Ancak kendilerini dev aynasında
görenler, iyi niyet ve hoşgörüyü zafiyet addederler. Eğer komite ve Chp ile
aranızda bir soğukluk olmadığına dair güçlü bir açıklama yaparsanız, bence bu
sırtlanlar kuyruklarını kıstırıp susacaklardır. Çünkü şu an ne koparsak diye
kuduza dönmüş durumdalar. Elbette bizi üzen, sizin başınıza gelen istenmeyen
olayları fırsat bildiler. Hoşgörü sözcüklerinizi de ancak bu sözlerin muhatabı
olmayı kabul edenler alabilecektir. Herkes değil.

Saygılar, sevgiler.

Pazartesi, Nisan 30, 2007

Yağma

Akp'yi kuranlar uzun süre Almanya'ya gidemedi. Çünkü oradaki vatandaşlarımızdan tokatladıkları milyar dolarlarla kurdular o partiyi. Gecekondu semtlerinden üç kilo bulgura aldılar o oyları. Kuran'a el basmadan da alamadı o fakirler bulgurlarını. Ramazanlar boyunca benim verigimi yağmalattılar. Sokakta buldukları bir yavru köpeği besler gibi davrandılar. Kapılarına bağladılar, en sadık tabanlarını oluşturdular yağmacılardan. İradelerini aldılar, dinlerini sömürdüler halkın.



Bitmedi yağmaları, Cumhuriyetimize göz dikmiştiler. Kurumlarımıza saldırdılar. Makamlarımızı işgal ettiler. Milli irademizi ezdiler. Sanki biz değildik Kurtuluş Savaşının galipleri! Adeta yenildiğimize inandırdılar bizi. Vatanı sattılar. Vatan satılır mı ?



Şimdi de üç kilo bulgura aldıkları oylarla Cumhurbaşkanı olmaya kalkıyorlar.



Sizler ancak üç kilo bulgurun Cumhurbaşkanı olursunuz.



Bu yağma bitecek.

Cuma, Nisan 27, 2007

EVRİM ve BİZ Dr. Andrew Berry

EVRİM ve BİZ Dr. Andrew Berry



Yaratılış görüşünün Türkiye ve A.B.D.’deki ününden dolayı, bu görüşün kısa bir özeti ile başlayacağım.



Doğal olarak sunumum A.B.D.’de olan olaylar üzerinde yoğunlaşacaktır, fakat benim deneyimlerim bu durumun tüm dünyayı yansıttığı yönündedir.



A.B.D.’deki tarihsel süreçte, yaratılış teşebbüsleri yerel olarak başlamıştır. Örneğin: bazı özel okulların müfredatlarında işlenmeye başlaması körüklenmiş, ve daha sonra ABD yüksek mahkemesi önüne gelinceye kadar yıllarca yasal ortamlarda meydan okunmuştur.



Yaratılışçılar, 70 ve 80’li yıllarda evrim ve yaratılış teorilerine okullarda birbirinin alternatifi olarak “eşit zaman” ayırmak gerektiği üzerine yoğunlaşmışlardı.



Bu durum 1987’de Amerika Yüksek Mahkemesinin, Louisiana mahkemesinin 1981 yılında aldığı yaratılış görüşüne de “eşit zaman” ayrılması kararını bozana kadar devam etti. Yüksek Mahkemenin gerekçesi basit bir gerçeğe dayanıyordu: yaratılış bilimi bir bilim değildir, bir dindir. Ve (Türkiye’nin laik yapısıyla örtüşür şekilde) kilise ve devlet işlerinin A.B.D. kanunlarınca birbirinden ayrılmış olması dinin okullarda öğretilmesini yasaklamaktadır.





Bunun üzerine yaratılışçılar şu hukuki görüşe sarılmışlardır:



“Laiklik bilim eğitiminin veriminin arttırılmasını öngördüğüne” göre, bu ancak evrim ile ilgili “çeşitli bilimsel kuramların” öğretilmesi ile mümkün olur.



Ancak her seferinde bu süreç tekrarlanmaktadır: Yaratılış görüşünü savunanlar geriye dönüp tekrar belli bazı okulların müfredatına girmeye ve yeni teşebbüsler için bazı yerel mahkemelerin uydurma kararlarını kullanmaya teşebbüs etmektedirler ve döngü yeniden başlamaktadır.





Akıllı tasarım, Nuh’un gemisi ve büyük tufan gibi eski basit yaratılış görüşünü terk etmekte ve Michael Behe tarafından savunuculuğu yapılan “indirgenemez karmaşıklık” fikrine odaklanmaktadır.



“İndirgenemez karmaşıklık sistemi öncül sistemlerin sayısız, ardışık, küçük değişikliklerinden oluşturulamaz, çünkü herhangi bir parçası eksik olan bir öncül sistem, tanım gereği işlevsizdir…



Doğal seçilim ancak çalışmakta olan sistemler üzerinde etkili olabileceğinden, doğal seçilimin üstünde oynayabileceği biyolojik sistemin bir anda oluşması gerekir; kademeli olarak oluşamaz.”



(Behe 1996)



Akıllı tasarım; kötü bir felsefe,



kötü bir bilim ve



kötü bir teolojidir.





Kötü bir felsefedir çünkü, göz gibi doğal olayları açıklamaya çalışmak yerine, doğaüstü bir olay olduğunu farz etmektedir. Bu bir bilim değildir.



İndirgenemez karmaşıklık yeni bir fikir değildir. Charles Darwin de gözün indirgenemez karmaşıklığı hakkında endişe duymuştur:



Fakat evrim farklı işlev kazanma (co-option) ile işler.



Araştırmalar göstermektedir ki göz, evrimsel süreç içerisinde birçok kez oluşmuştur. Artık gözün basit bir ışık hassasiyetinden, bugünkü anlamda cisimleri şekillendiren mükemmel bir organa dönüştüğünü anlayabiliyoruz. (Richard Dawkins)



“Gözün farklı uzaklıklara odaklamayı ayarlaması, farklı miktarlardaki ışığı içeri alması ve şekilsel ve renksel sapmaları düzenlemesine yarayan, bütün, taklit edilemez mekanizmasının doğal seçilim ile oluştuğunu söylemek, itiraf ediyorum ki, ileri derecede saçma bir önermedir.”



-Akıllı tasarım, moleküler biyoloji alanındaki yeni bulgular üzerine odaklanmayı tercih etmektedir ve aynı savı öne sürer: organlar doğal seçilimle oluşmak için fazla karmaşıktır ve ara formlar işlevsizdir. Buradaki hatalı çıkış noktası evrimin doğrusal (lineer) olarak ilerlediği varsayımıdır. Oysa ki, evrim temel olarak var olan parçaların arasından yeni birinin gelişmesi ve var olan sisteme katılması (co-optation) ile gerçekleşir; böylece bir amaca hizmet etmek üzere evrimleşmiş bir organ yeni bir amaç kazanmış olur.



541-542 yıllarında yaşanmış olan veba salgınının en yoğun olduğu zamanlarda İstanbul’da her gün 5,000 kişi ölüyordu. Sonuç olarak şehir halkının yaklaşık %40’ı ölmüştür.



-Akıllı tasarımın gözde örneklerinden biri de ileri derecede seçkin bir moleküler makine olan kamçıdır (flagellum).



Akıllı tasarım kamçının işlevlik kazanabilmesi için tüm parçalarının gerekli olduğunu; ara formların değersiz olduğunu ve bu yüzden Darwin’in önerdiği şekilde evrimleşmiş olamayacağını savunur.



Halbuki, moleküler mekanizmalara bakıldığında işlev gören “kısmi” kamçı örneklerine rastlanır:



Hıyarcıklı veba hastalığına yol açan Yersinia pestis bakterisi öldürücü moleküllerini “Tip III Salgı sistemi” yoluyla konukçu hücrelere verirken kamçı proteinlerinin bir alt grubunu kullanır.



Darwinist ve Hristiyan bir bilimadamı olan Ken Miller şöyle yazıyor:

”Tip III Salgı Sistemi” (TTSS) bakteri kamçısı tabanındaki bir avuç dolusu proteini kullanarak işini yapmaktadır. Evrimsel görüş açısıyla bu ilişki pek de şaşırtıcı değildir. Aslında, evrimsel fırsatçılığın, proteinleri karıştırarak ve birleştirerek yeni fonksiyonlar üretmesi beklenir. Fakat indirgenemez karmaşıklık doktrinine göre, böyle bir şey mümkün olamaz. Eğer bakteri kamçısı hakikaten indirgenemez derecede karmaşık ise, o halde 10 veya 15 değil, sadece bir parçayı çıkarmak kalanı “işlevsiz” hale getirecektir. Yine de bu bakteri kamçısının bir çok parçasının yokluğuna rağmen TTSS gerçekten bütünüyle işlevseldir.



Akıllı tasarım, fare kapanı örneklemesini sıklıkla kullanmaktadır:



“Eğer fare kapanının herhangi bir parçası (taban, çekiç, yay, yakalayıcı, ya da tutma kolu) çıkarılırsa, o zaman kapan çalışmaz. Diğer bir deyişle, parçaların hepsi bir araya getirilmediği sürece bu basit kapanın bir fareyi yakalama yeteneği yoktur. Çünkü fare kapanı muhakkak bir kaç parçadan oluşmaktadır; yani indirgenemez bir karmaşıklıktır.“ (Behe, 1996)





Fakat adım adım ve her adımı işlevsel olan bir şekilde çalışır bir fare kapanı geliştirmek kolaydır.



Akıllı tasarım kötü bilimdir. Ayrıca bilim de değildir. Sadece bilimmiş gibi davranan ama tanrıya doğrudan gönderme yapmaktan kaçınan geleneksel yaratılışçılıktır.



Bu durum Dover, Pennsylvania’da yapılan son A.B.D. yaratılışçılık mahkemesinde ortaya çıkmıştır. Konu bir akıllı tasarım ders kitabı; “Pandalar ve İnsanlara Dair” (Of Pandas and People).



Araştırma gösterdi ki, Yüksek Mahkemenin Edwards kararından sonra ders kitabının yapımcıları sadece “yaratılış” kelimelerini metinden çıkarıp yerine “akıllı tasarım” yazarak değiştirmişlerdi.





1986 basımlı Biyoloji ve Yaratılış’ta (Biology and Creation) –kitabın önceki versiyonu– “yaratılış” terimi için yapılmış tanım şöyleydi:



“Yaratılış, çeşitli yaşam formlarının ayırıcı özellikleri ile eksiksiz bir şekilde birdenbire bir akıllı yaratıcı vasıtasıyla yaratılmasıdır; balıklar yüzgeçleri ve pullarıyla birlikte, kuşlar tüyleri, gagaları, ve kanatlarıyla, vs.”



Yüksek Mahkeme’nin Edwards kararıyla yaratılış bilimini öğretimini okulların fen derslerinden çıkarılmasını kurallaştırmasından sonra yazılan Pandalar ve İnsanlara Dair’de (Of Pandas and People) bir değişiklik vardı:



“Akıllı tasarım, çeşitli yaşam formlarının ayırt edici özellikleri ile eksiksiz bir şekilde birdenbire bir akıllı yaratıcı vasıtasıyla yaratılmasıdır; balıklar yüzgeçleri ve pullarıyla birlikte, kuşlar tüyleri, gagaları, ve kanatlarıyla, vs.”





Son olarak, akıllı tasarım kötü teolojidir, klasik bir “Boşlukların Tanrısı” tartışmasıdır ki bunun sayesinde anlamadığımız her şey tanrısala bağlanmaktadır. Bizler buluşlar yaptıkça, boşluklar küçülmektedir.. ve bu durumda Tanrı da.



Protestan teolog Dietrich Bonhoeffer (Naziler tarafından öldürülmüştü) şöyle özetlemektedir:



“Weizsäcker’in kitabı Fiziğin Dünya Görüşü (The World-View of Physics) beni hala çok meşgul etmektedir. Bilgi eksikliğimize karşı Tanrıyı bir geçici önlem olarak kullanmanın ne kadar yanlış olduğunu bana bir kez daha gösterdi. Eğer aslında bilginin sınırları daha ve daha geriye itiliyorsa, o halde Tanrı da onlarla birlikte geriye itiliyordur, ve bu nedenle Tanrı sürekli geriye çekilmektedir.



Tanrıyı bildiklerimiz içinde bulmalıyız, bilmediklerimizin içinde değil; Tanrı bizden kendi varlığını çözülmemiş problemler içinde değil çözülmüş problemler içinde farketmemizi istiyor. Bu Tanrı ile bilimsel bilgi arasındaki ilişkinin esas tarafıdır, ama ayrıca ölüm, acı çekme ve suç gibi daha geniş insancıl problemlerin de esasıdır. Artık bu sorular için bile Tanrının her ne olduğunu hesaba katmayan insancıl cevaplar bulmak mümkündür.



Benim düşünceme göre bilim ile din arasında bir çatışma bulunmamaktadır. İkisi ayrı alanlarda varolmaktalar:



Biri maddesel dünyaya hitap etmekte ve deney ve akıl yürütme yoluyla kendisine erişilebilmektedir. Ötekisi inanç yoluyla tinsel dünyaya hitap etmektedir. Problemler, her bir alan diğerini kavramaya çalışınca meydana çıkmaktadır: Köktendinciler/tutucu dindarlar maddesel alan hakkında inanç üzerine kurulu beyanatlar yapmaktadırlar, ve tutucu bilim adamları (örneğin saldırgan/ateşli ateist Richard Dawkins) ise tinsel alan hakkında akıl yürütme üzerine kurulu beyanatlar yapmaktadırlar.



Türlerin Kökeni’nin bitiş kelimeleri bence evrimleşen doğal dünyaya karşı göstermemiz gereken saygıyı ortaya koymaktadır:



“Böylece, doğanın savaşından, kıtlıktan ve ölümden, kavrayabileceğimiz en yüce nesne yani gelişmiş hayvanlar oluşmaktadır. Başlangıçta birtakım güçlerinin birkaç ya da bir forma dönüştüğü bu yaşam görüşünde bir ihtişam vardı. Bu gezegen sabit yerçekimi yasalarına göre dönmekte iken öylesine basit bir başlangıçtan en güzel ve en harika formlar evrimleşti ve evrimleşmekte…”





Darwinizimi Uygulamak: Değişerek Kalıtım



Darwinin teorisinin iki bileşeni vardır: değişerek kalıtım ve bu kalıtımı yönlendiren mekanizma olan doğal seçilim. Bu konuları iki ayrı kategori olarak değerlendireceğim.



Biyolojideki hiçbir şey evrimin ışığı altında olmadıkça anlamlı değildir. (Dobzhansky)



Değişerek kalıtım, canlıların mükemmel bir şekilde tasarlanmadığını, aksine, sadece atasal formların üzerine inşa edilebilecek en iyi çözümler olduğunu gösterir. Neticede, pandanın başparmağı’nda görüldüğü gibi, atasal olarak ayı pençesinden değişerek oluşmuş olan ve pandanın besini olan bambunun kabuğunu soymak için kullandığı başparmağı, değil mükemmel olmak, tam tersine ‘uyduruktan’ bir başparmaktır (bu başparmak esasında bilek kemiğinin değişime uğramasıyla ortaya çıkmıştır).





Pandanın başparmağı gibi biz de, sürdürdüğümüz yaşam biçimine en uygun şekilde tasarlanmış falan değiliz. Tam olarak, biz, bilekleri üzerinde yürüyen atalarımızdan değişe gelmişizdir. İki ayak üzerinde yürümenin başlangıcı, anatomimizin baştan sona yeni bir hal almasını içeren bir süreç olmuştur. Gerçekten de, aslında değişime uğramış bir dört ayaklı olduğumuz göz önüne getirilirse, iki ayaklı hale gelmenin ortaya çıkardığı bir dizi anatomik problem hiç de şaşırtıcı değildir. Kronik sırt, bel ve diz ağrıları çeken bizler bunun en iyi kanıtlarıyız.





Apandisimiz, vücudumuzda önceleri işe yaramış olan bir organın bugün hala taşıdığımız kalıntısıdır ve hiçbir rahatsızlık yaratmadan hayatımızın en başında vücudumuzdan çıkartılabilir. Otçul akrabalarımızda apandis, bitkilerin sert kısımlarının sindirilmesini sağlayan önemli bir işleve sahiptir. Apandisi (çok küçülmüş bir halde) hala vücudumuzda taşıyor olmamızın tek nedeni, zamanında apandisi çok kritik işlevler gören bir atadan geliyor olmamızdır.



Bir anatomist zamanında çok iyi bir gözlemle, apandisin görünen tek işlevinin cerrahlara para kazandırması olduğunu belirtmiştir.





İnsan toplumlarının genetik farklılıkları üzerine yapılan çalışmalar, türümüzün ve alt gruplarının kökenini daha iyi anlamamızı sağlamıştır.



Türümüz görece yakın bir geçmişte –yaklaşık 150,000 yıl önce– Afrika’da ortaya çıkmış ve bunu takiben (yaklaşık 80,000 yıl önce) gezegenin geri kalanına yayılmıştır.



Bugün biliyoruz ki, tarih öncesi çağlarda asıl yer değiştirenler [toplumları harmanlayanlar] esas olarak erkekler değil kadınlar olmuştur.



Türümüzün çok yakın bir geçmişte ortaya çıkmış olması nedeniyle, görece az genetik çeşitliliğe sahibiz, ve bu çeşitlilik şaşırtıcı bir biçimde ırklar arasında eşit olarak dağılmış durumdadır. Değişerek kalıtım, bize ırkçılığın hiçbir bilimsel dayanağı olmadığını da göstermektedir.





Değişerek Kalıtım: Diğer türler



Hastalıklar





AIDS salgını hergün 8.500 kişiyi öldürmekte.



Filogenetik çözümlemeler AIDS virüsünün nereden geldiğini belirlememize olanak veriyor. Bazı primat türleri AIDS’e neden olan HIV virüsünün yakın akrabası olan başka virüsleri taşımakta ancak bunlardan kaynaklanan hiçbir hastalık belirtisi göstermemektedirler. Ve bu primatların böylesi bir bağışıklığa nasıl sahip oldukları araştırılarak insanlar için AIDS terapileri geliştirilebilir.





Salgın hastalığın dinamiklerini anlayabilmek ve böylece gelecekteki seyrini tahmin edebilmek için HIV virüsünün insan toplumlarında ilk ortaya çıktığı zamanı belirlememiz gerekmektedir. Ve yine bu da, filogenetik araştırmalar ile mümkün olabilir.



Hastalıkların çözümlenmelerinde filogenetik bilgi çok işe yarar çünkü yakın akraba olan hastalık yapıcılar (virüs gibi) genelde benzer davranışlar gösterirler. Dolayısıyla Marburg Gribi ve Ebola arasındaki ilişki sağlık otoritelerinin Marburg Gribine karşı geliştirdikleri yöntemleri Ebolaya karşı da kullanabilmelerini sağlamıştır.





Koruma



Canlıların kitlesel yokoluş dönemlerinin sıklığını belirli bir şemaya oturtmak için çalışmalar devam ediyor. Yeryüzündeki yaşam, periyodik olarak görülen kitlesel yokoluşlarla sekteye uğramıştır. Dinozorların yokolmasına sebep olan da bu kitlesel yokoluşlardan bir tanesiydi. Çarpıcı olan şey, geçmişe bakıldığında, günümüzdeki yokoluşların –kirlilik, yaşam alanı tahribatı vb. nedenlerle– altıncı kitlesel yokoluşu hazırlamakta olduğudur. Sadece fosil kayıtlarına bile bir göz atarak, çevreye verdiğimiz zararın boyutları hakkında kesin bir fikir edinebiliriz.



Zor kararlar vermek.



Pratikte, korumaya gücümüzün yetebileceği ve yetemeyeceği şeylerin neler olduğuna karar vermemiz gerekir. İdeal olarak ise, yeryüzündeki bütün doğal alanları korumak isteriz ama bu uygulanabilir bir çözüm değildir. Dolayısıyla bazı tercihler yapmamız gerekir. Yağmur ormanının bu bölgesini mi koruyalım yoksa şu bölgesini mi? Bu kararları nasıl veririz? Ölçütlerden biri, bir bölgedeki türlerin filogenetik olarak ne derece farklı olduklarıdır. Örneğin, Yeni Zelanda’da yaşayan Tuatara, Dinozorlar zamanında ortaya çıkmış ve gelişmiş olan ve bir zamanlar zengin çeşitliliğe sahip bir gruptan geriye kalan son türdür. Yani geçmişle bugünü birleştiren son bağdır. Bunu filogenetik çözümlemelerden biliyoruz. Öyleyse, bunu bilen ve gözeten bir koruma yaklaşımı, günümüzde yaşamakta olan birçok yakın akraba türü olan diğer herhangi bir sürüngen türündense tuatarayı öncelikli olarak korumayı hedefler.



Darwinizmi Uygulamak: Doğal Seçilim



Sorunları Çözmek için Doğal Seçilimi Kullanmak



“Genetik algoritma” olarak isimlendirilen hesaplama yöntemleri, algoritmik verimliliği geliştirmek amacıyla bir “doğal seçilim” süreci kullanır. Algoritma, rastgele bir şekilde değiştirilir (mutasyona uğratılır) ve sonra verimlilik için test edilir. En verimli olanlar bir sonraki seçilim sürecinde kullanılır.



Doğal seçilim, benzer bir şekilde, biyoteknoloji endüstrisi tarafından ürünleri geliştirmek için de kullanılır:



Bugün, varolan bir proteinin amino asit diziliminde küçük değişiklikler yapabiliriz. Buradaki zorluk, dizinin içindeki tek bir noktanın bile değiştirilmesinin proteinin özellikleri üzerinde yapacağı olası etkilerdir. Çözüm olarak, doğanın örneğine geri dönebiliriz: Yönlendirilmiş moleküler evrim adlı yöntem, etkin bir şekilde doğal seçilimi taklit eder.



Doğal seçilimde, mutasyonlar yeni değişkenler rastgele bir şekilde üretilir ve sonra bireyler arası rekabet ile ayıklanır; başarılı –daha iyi uyarlanmış– değişkenlerin yaşama ve bir sonraki nesile katkıda bulunma ihtimali daha çoktur.



Bu süreci, yönlendirilmiş moleküler evrim, bir test tübü içinde gerçekleştirir; bir proteinin bir genine biyokimyasal yöntemlerle rastgele mutasyonlar yerleştirildikten sonra yeni dizilimler meydana getirmek için genetik rekombinasyonu taklit edebiliriz. Meydana gelen yeni proteinler arasından sistemimiz belirtilen koşullar altında en iyi başarıyı gösterenleri seçer. Bu döngü, her seferinde “başarılı” moleküllerin bir önceki döngüden bir sonrakine devredeceği şekilde, birçok kere tekrar edilir.



Yönlendirilmiş moleküler evrimin nasıl işlediğine dair güzel bir örnek bulmak adına, çamaşırhaneden öteye bakmaya gerek yok. Burada, beyazların arasına yanlışlıkla bir tane renkli girse facia olur: o kırmızı tişörtten illa ki biraz boya akar ve siz farketmeden evinizdeki bütün çarşaflar soluk pembe olur. Bir mantar tarafından doğal olarak üretilen bir peroksidaz enziminin giysilerden akmış boyaların renklerini yoketme özelliği vardır. Ancak, asıl sorun bu enzimin çamaşır makinasındaki sıcak sabunlu ortamda işlevini yerine getirememesidir. Fakat, yönlendirilmiş moleküler evrim aracılığıyla enzimin bu gibi koşullarla başedebilme yetisini artırmak mümkün olmuştur. Ve böylesi faydalı “evrimler” çok da uzun sürmemektedir:



Doğal seçilim asırlar sürer, oysa test tüpü içindeki yönlendirilmiş moleküler evrim aynı işi sadece saatler veya günler içinde yapar.





Doğal Seçilim: Düşmanlarımızla Başetmek



Bir kez daha, HIV vahim bir örnek teşkil etmektedir. Virüsün yaşam döngüsü için önemli olan Geri (Reverse) Transkripsiyon sürecine engel olan AZT isimli ilaç başlangıçta başarılıydı. Ancak virüs popülasyonları hızlıca evrilerek direnç geliştirdi.



Bu nedenle, üç değişik HIV-önleyici (inhibiting) ilaçtan oluşan bir karışım ile evrimsel-yaklaşımlı (evolutionarily-informed) bir terapi seçeneği geliştirilmiştir. Günümüzde, tek bir mutasyon –AZT örneğinde ki gibi– virüslerin yaşamlarını sürdürmelerini garantilemeye yetmez; daha doğrusu, virüslerin evrilerek direnç geliştirebilmeleri için üç değişik mutasyonun –herhangi mutasyonlar değil, sadece doğru olanlar– aynı virüsün içinde gerçekleşmesi gerekmektedir. Esasen, bu mutasyonların herhangi birinin gerçekleşebilmesinin olasılığının düşüklüğü ışığında, herbirinin hep birden gerçekleşebilmesinin birleşik olasılığı son derece azdır.



Bizim denetleme araçlarımıza karşı direnç geliştirme bütün düşmanlarımızın özelliğidir: sivrisinekler ve insektisitler; sıçanlar ve zehirler; sıtma ve chloroquin; patojenik bakteriler ve antibiyotikler.



Çoğu zaman direnç geliştirmenin bir maliyeti vardır. Yani, seçici bir etkenin yokluğunda dirençsiz türler dirençli olanlardan daha iyi başeder. Bu durum, “akıllı” olanları denetleme taktikleri tasarlanmasına fırsat tanır. “Bütünleştirilmiş Zararlı Yönetimi” buna örnektir. Bu yöntemle, düzensiz ve bölgesel denetleme direnç seviyelerinin çok yükselmesini engeller ve uygulama yapılmayan dönemlerde direncin –daha ‘iyi’ olan dirençsiz türlerin lehine– azalmasını sağlar.



Veriler açık bir şekilde göstermektedir ki, antibiyotiklerin aşırı kullanımı patojenik bakterilerin bu değerli savunma sistemlerine karşı evrilerek direnç geliştirmelerine destek olmaktadır. Antibiyotiklerin sınırlandırılmış ve uygun bir şekilde kullanımı, doğal seçilimin hastalıklara karşı olan en güçlü müttefikimizi yok etmesine engel olmanın tek yoludur.



http://www.odtutv.metu.edu.tr/slayts/A_Berry_TR.ppt

Perşembe, Nisan 26, 2007

23 Nisan 2007

23 Nisan 2007 tarihindeki şenliklerde çocuklara giydirilen kıyafetler bir tek başörtüleri eksik dedirtiyordu. Bunu not alalım zira ilerki yıllarda çocuklarımız başörtüsü takıyor olabilir.

Pazartesi, Nisan 23, 2007

Ülkelerin evrimi kabülü

Kaynak adresdeki istatistiğin resmini aşağıda inceleyiniz.































Türkiye'nin içler acısı hali ortadadır. Dinin toplum üzerindeki baskısı artmaktadır. Papalığın bile evrimin kabulüne yönelik çalışmaları bilinirken bizlerin hâlâ yerimizde saymamız yeni bir şey değildir. Unutmayalım ki Cumhuriyet kurulduğunda bile hâlâ etrafta dünyanın düz olduğunu söyleyenler vardı. Araştırırsanız Amerikalılar ilk aya çıktığında Türkiye'de neler söylendiğini öğrenebilirsiniz.

Cumartesi, Nisan 21, 2007

Hatırlamak

Hafızayla ilgili bugün dünyaya baktığımız zaman ne görüyoruz ?

Sizleri bilmem ama ben çok şeyler görüyorum. İnsanlık tarihi ve hafızamız arasında bir bağ kuracağım.

İnsanlık tarihinin son 7000 yılı hakkındaki bilgilerimiz diğerleri ile kıyaslanamaz. Bu sürenin özelliği herkesçe malumdur. Yazının bulunması. Bugün neredeyiz ? O zaman neredeymişiz.

Bakınız, insanlık tarihinin çok eski dönemlerinde dahi iletişim için değişik metodlar kullanılmıştır. Ancak yazı ile insanlık boyut değiştirmiştir.

Oysaki insanın hafızası ile şu an bildiğimiz hiçbir şeyi kıyaslayamıyoruz. Canlılık varolduğundan beri birçok değişimler geçirmiş, birçok türlere, cinslere ayrılmıştır. Bizim gibi hareket halindeki canlılar için hafıza çok önemlidir. Geçenlerde posta güvercinleri üzerinde yapılan bir araştırma, beyinlerindeki ayrı bir merkezin yeryüzü şekillerini ezberleyip işaretleyerek hayvanın gördüğü bölgeyi tanımasını sağladığını gösterdi.

İnsan beyni ya da insan teknolojisi bir birine çok benziyor. Bugün en çok kullandığımız web arama motorları ile insan beyninin benzerliği inanılmazdır. peki bunlar ne yaparlar.

Öncelikle verileri klasifiye ederler, önem sırasına göre sıralarlar ve indekslerler. İndekslerken de inanılmaz derecede sıkıştırırlar. İşte ortak noktalar bunlardır. Mesela büyük bir video paylaşım sitesinde tüm dosyaların paylaşım hızı aynı olmamalıdır. Çok izlenen videolara verilen bant aralığı ile az izlenenlerinki aynı değildir. Aynı insanın sürekli tekrarladığı anılarını daha iyi hatırlaması gibi.

Tabi temeldeki yaklaşımlar aynı olsa da insanın kullandığı teknolojik alt yapı milyar yıllık, canlılık deneyimlerinin sonucunda gelişmiştir.

Şu an kullandığımız teknolojik altyapıya gelene kadar geçen yol ise başka şeylere temas etmektedir.

Hafıza ve anımsamak ise birbirinden ayrılamaz, parçalardır. Neyi nasıl arayacağınız, onu nasıl sakladığınız, katagorize ettiğiniz ve indekslediğinizle çok alakalıdır.

Çarşamba, Nisan 18, 2007

Uçan Spagetti Canavarı

http://tr.wikipedia.org



Bakınız Russel'ın Çaydanlığı'na



Eğer ben Dünya ve Mars arasında eliptik bir yörüngede güneşin etrafında dönen Çin seramiği bir çaydanlık olduğunu öne sürseydim ve bu çaydanlığın en güçlü teleskoplarımızla bile tespit edilemeyecek kadar küçük olduğunu ekleyecek kadar da dikkatli olsaydım, kimse bu görüşümün tersini kanıtlayamazdı. Ama devam edip de bu savımın yanlışlanamaz nitelikte oluşundan dolayı insan aklının ondan kuşku duymasının kabul edilemez bir küstahlık olacağını söyleseydim, herkes haklı olarak saçmaladığımı düşünürdü. Ancak, eğer böyle bir çaydanlığın varlığı eski kitaplarca onaylansaydı, her Pazar günü kilisede kutsal gerçeklik olarak öğretilseydi ve okullarda çocukların beynine kazınsaydı, onun varlığından kuşku duymak bir gariplik belirtisi olarak görülür ve o kuşkuyu duyan kişiye yakınçağda bir ruh doktoruyla ya da daha önceki çağlarda bir Engizisyon yargıcıyla bir randevu kazandırırdı.


Russel'ın Çaydanlığı için Richard Dawkins bakın neler söylüyor.



Organize dinlerin, açık düşmanlığımızı haketmesinin nedeni şudur ki, Russell'ın çaydanlığına olan bir inancın aksine, din güçlüdür, etkilidir, vergiden muaftır ve kendini korumaktan aciz küçük çocuklara sistematik biçimde aşılanır. Çocuklar gelişim yıllarını çaydanlıklar hakkında manyakça kitaplar ezberleyerek harcamaya zorlanmazlar. Devletin okulları, anababaları yanlış biçimdeki çaydanlıklara inanmayı tercih eden çocukları okul sisteminin dışında tutmaz. Çaydanlığa inananlar, çaydanlığa inanmayanları ya da çaydanlık kâfirlerini veya çaydanlık sapkınlarını hatta çaydanlığı inkar edenleri ölümüne taşlamaz. Anneler çocuklarını, bir değil de üç çaydanlığa inanan çaydanlık-gâvuru eşlerle evlenmemeleri için uyarmaz. Önce sütü koyanlar, önce çayı koyanların dizlerini parçalamaz.


Gözde kültürde Uçan Spagetti Canavarı



* Playboy dergisinin Ocak 2006 sayısında Kansas Okul Kurulu'na gönderilen açık mektubun bir kısmı yayımlandı.

* Richard Dawkins, Tanrı Yanılgısı adlı kitabındaki bazı görüşlerini anlatmak için The Colbert Report ve Talk of the Nation - Science Friday gibi (ABD'deki) bazı TV programlarında USC'ye başvurdu.[16] Dawkins'in South Park dizisindeki canlandırılmış karakteri de dizinin "Go God Go" bölümünde dine karşı bir sav kullanırken USC'ye başvurdu.

* Uçan Spagetti Canavarı The IT Crowd ve South Park gibi (ABD'deki) bazı televizyon programlarında yer aldı.

Salı, Nisan 17, 2007

CESARETİN BİTTİĞİ YERDE ESARET BAŞLAR

Bir Hint masalına göre, kedi korkusundan devamlı endişe içinde yaşayan
bir fare vardı. Büyücünün biri fareye acır ve onu bir kediye
dönüştürür. Fare, kedi olmaktan son derece mutlu olacağı yerde bu kez
de köpekten korkmaya başlar.



Büyücü bu kez onu bir kaplana
dönüştürür. Kaplan olan fare, sevineceği yerde avcıdan korkmaya başlar.
Büyücü bakar ki, ne yaparsa yapsın farenin korkusunu yenmeye imkan yok.
Onu eski haline döndürür. Ve der ki,"Sen cesaretsiz ve korkak birisin.
Sende sadece bir farenin yüreği var. O yüzden ben sana yardım edemem."



ÜNLÜ
BİR YAZAR, BU KONUDA ŞÖYLE DİYOR:"İnsanların çoğu sevmekten korkuyor,
kaybetmekten korktuğu için. Düşünmekten korkuyor, sorumluluk getireceği
için. Konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten korktuğu için.Yaşlanmaktan
korkuyor, gençliğin kıymetini bilmediği için. Unutulmaktan korkuyor,
dünyaya iyi bir şey vermediği için. Ve ölmekten korkuyor, aslında
yaşamayı bilmediği için...



Bu alıntıyı bloguma koymazsam çatlardım.

Eşeklerin Duası

Eşekler köydeki semerciden çok sikayetçilermiş.

Semerci hiç iyi semer yapamiyormuş. Eşeklerin sirtlari kanli yaralarla doluymus.

Esekler toplanip yeni bir semercinin gelmesi için dua etmişler.

Hikaye bu ya dualari da kabul olunmuş ve gerçekten köye yeni bir semerci gelmis.

Ne var ki bu semerci de eşekleri rahatlatacak semerler yapamıyormuş.

Yaralar azalacakken artmaya başlamış.

Eşekler yine toplanıp, köye yeni bir semerci gelmesi için dua etmişler.

Ve gerçekten mevcut semerci köyden ayrilmiş, yerine baska bir semerci gelmiş.

Eşekler her semerci değişikliğinde olduğu gibi yine çok sevinmisler.

Ama çok zaman geçmeden yeni semercinin de çok farkli olmadığını,

semerlerin gittikçe daha da kalitesizleştiğini, yaralarının ise kötüleştiğini görmüşler.

Semerci gitmiş, semerci gelmiş.

Her seferinde eşekler yeni semerci gelmesi için dua etmisler.

Bu hikaye kaç semerci degisene kadar böyle devam etmiş bilmiyorum.

Nihayet bir gün eşekler toplanip, eski semerciden kurtulmak için degil de eşeklikten kurtulmak için dua etmeye başlamışlar.



Buraya kadar ne kadar da hoş. Siz eşek olduktan sonra semer vuran çok olur değil mi ?



Dua Eden Eşeklere ne olacak peki ?



Unutmayın ki, dua etmekle eşeklikten kurtulunmaz.

Pazar, Nisan 15, 2007

Satılmış Medya

Bazı Gazeteler ve satılmışlar, herşey ortada.

Satılmış Medya

Hrant Dink'in cenaze törenini canlı yayınlayan onlarca medya varken, Cumhuriyet Mitingini sadece iki kanalın canlı yayınlaması çok ilginçtir. Unutulmamalıdır ki bu halk her şeyi görür. Bu halk ile aynı asgari müştereklerde buluşamayanlar (ki bu asgari müşterekler Demokrasi, Laiklik, Cumhuriyet gibi değerlerdir) kiminle hangi asgari müşterekte buluşacaktır ?

Sivil toplum kuruluşlarının büyük çoğunluğunun destek vermediği devasa Mitinge baktığımız zaman; acaba Türk Tabibler birliğinden Disk'e tabanının yanında yer almayanlar, (yani altlarında bir taban olmayanlar!) hangi koltuklarda, kimden aldıkları güce dayanmaktadırlar ? Başka bir değişle acaba bunlar hangi sivil toplumun kuruluşlarıdır ? Zira sivil toplum Tandoğan'da idi.

Bugünkü gazetelere bir bakınız. Murat Belge olsun Ahmet İnsel olsun kendisini aydın sananların yazılarına bakınız. Radikal'in tayfası için bu yürüyüş faşistlerin cuntacıların yürüyüşüdür. İşte size medya. Bakınız Stv gibi kanalların Solcular ve Alevi derneklerinin mitingi yakıştırmalarını ya da AKP'ye yakın diğer kuruluşların saçmalamalarını aktarmıyorum bile.

Görünen köy klavuz istemiyor. Halk'tan gücünü almayan sivil toplum örgütleri ve medya ile karşı karşıyayız.

Peki soruyorum bunların kimin emrinde ?

Bu medyaları alanlar (ki eski TGRT yeni Fox tv'nin yahudilerin elinde olduğunu biliyoruz) kimlerse çıksın muhatabımızı bilelim.

Medya satılmış ama kimlere ? İşte seçim atmosferindeki bugünlerde el konulan kanallar ve gazeteler herşeyi anlatıyor. Medya dördüncü güç ama sahibini bilmiyoruz. Ancak asla halkın emrinde değil!!!

Ek not: Onların yapamadığını ben yapayım. İnternette bir ortamda kendilerini savunan Ntv çalışanları mitingi yayınlamamalarının sebebinin tarafsız yayıncılık olduğunu söylemişler.
Bakınız "tarafsız yayıncılık" ile "taraflı sansürcülüğü" birbirine karıştırmamak gerekir. Bu yaptıkları affedilir bir şey değildir.

Pazar, Nisan 08, 2007

Akıllı Tasarım


Cuma, Nisan 06, 2007

bir eksi sozluk vardi

Bir Tuna Kiremitçi yazısı. (İlgili yazı için tıklayınız.)



Böyle başlardık bir zamanlar. Bir zamanlar biz de yazardık Ekşi'de, Private'da. Böyleydi başlıklar. Küçük harfliydi herşey. Adeta qwerty klavyelerinde yumuşak g'si olmayanlar için tasarlanmıştı. Charset'i yoktu eksi'nin, windows 1254 olamamıştı karakterler ya da sonuna iso-8859'un -9 koymak zor gelmişti! Herhalde olmadı database sistemlerine latin5 diyemiyordular türkçe için. Ancak Javascriptleri uzundu ekşinin. Çoğusunun tüm hakları Fatih Sultan Mehmet'e bağışlanmıştı, çalan çırpan top olsundu. Zerre elimi sürmedim. Sürmem.



Tuna bey yaptığı (İclal Aydın) aşk hadisesinden sonra iyice köşelere geldi. Dört köşe oldu. Almanya'da öğrenmişti İclal aydın herşeyi. Türk Toplum Ahlağı diye bir yazı var bu blog'da. İşte orada Almanya'da öğrenmişti ahlaksızlığı ama onların da şanslı olduğunu söylüyordu bir zamanlar. Çünkü Almanlar konuşabiliyordu pisliklerini ki böylece düzeltebiliyordular hatalarını. Oysaki bizler susmuş, susuturulmuş, hasır altı edilmiş gerçekliğimizi yaşıyorduk.



İşte Tuna Kiremitçi ve İclal Aydın ve diğerleri Ekşi sözlükten daha kalite değiller. Çünkü bildikleri halde bazı şeyleri asla konuşmuyorlar. Bizler bunları yazanlar dik kafalı, rahatsız tipler oluyoruz. Oysaki onlar toplum önderi.



Tuna Kiremitçi internette bugün konuşulmak istedi. Tuna Kiremitçi adını duyurmak için kullandı köşesini. Yazısında yüzeysel bir değerlendirmeye tabi tuttuğu Ekşi sözlükten bahsetmedi.



Ben bugün ondan bahsetmeyecektim ama fırsat oldu. İki yüzlülüklerini not etmiş oldum.



Cesaretsizce oturuyorlar, tek yapabildikleri oturmak o koltuklarda. O koltuklarda oturmayı o kadar istediler ki, artık sadece bunun için oturuyorlar. Bildiklerini de unutuyorlar. Oysaki söylenmesi gereken çok şey ve sadece bir ömürlük zaman var.

Bir kenan vardı canı sıkılan!

Hani bir kenan daha vardı!!! Onun da canı sıkılıyordu bir zamanlar. İşte ben ondan korkarım. Yoksa ne olacak bizim de canımız sıkılıyor. Mesele can sıkıntısı değil, mesele olayı nasıl atlatacağınızdır. Vallahi ben en çok kenan'ın canı sıkılanından korkarım.

Çarşamba, Nisan 04, 2007

Yaşam ?

Madem Yaşamın anlamı yoktur o zaman yaşamı yadsıyalım mı ?

Burada bence bir önemli noktada şudur, yaşam yaşanarak öğrenilen bir süreçtir. İntihar eden insanların yaşlarına bakınız ? İnsanlar zamanla yaşama alışırlar. O yüzden ölümden sonra bile bir tür yaşamda olacaklarını düşünmek isterler.

Sisifos Söyleni'ni kendim tekrar çeviriyorum, bu yıl biter :). Zira elimdeki çeviri berbat. Orjinali fransızca ancak ingilizcesi hem fransızcasından hem de türçesinden daha anlaşılır. Yani vereceğim örnekler elinizdeki kitaplarla bağdaşmayabilir, ama dikkat ederseniz onların anlaşılır bir hale getirilmiş halleri olduğunu görürsünüz.

Karl Jaspers,
-------alıntı--------
Bu sınırlama beni kendime getiriyor. Buna rağmen belirlemekte olduğum nesnel bir görüş açısının ardına çekileceğim. Burada kendi yaşamım da başkasının yaşamı da artık benim için nesne olmaktan çıkıyor.
-------alıntı--------
diyor ve devam edemiyor.

Yaşamdan bahsediyoruz ve bu konuyu düşünürken (yukardaki iletilerdeki arkadaşların serzenişlerinde de belirttikleri gibi) bizler artık bu noktada konunun nesnesi değil öznesi oluyoruz. Bu durum işin ciddiyetini artırıyor. En alaycılarından Nietzsche'nin de hocası olan Schopenhauer gibileri bile yaşamada anlam yoktur demiş ama konuyu yaşamı yadsımaya kadar götürmemişlerdir.

YAŞAMIN ANLAMI

Yaşamda anlam arayan tek canlı türü, yalnız insanlardır! Bunu söylemek bu kadar kolayken intihar eden balinaları ya da yunusları açıklamaktan hala uzak olduğumuzu ben söyleyeyim. Bazı belgesellerde yavrusunu öldürdüğü için aslanlara saldıran ceylanları gördüğümü de ifade edeyim. Varoluşçu felsefe gerçekten de yaşamın anlamı olarak, kişinin ona kattığı anlamı görür.



Yaşamın nasıl ortaya çıktığı konusunda bilinen bir kesinlik yoktur. Muhtemelen Fizik yasaları gereği bir araya gelen bazı atom ve moleküller, canlı dediğimiz kavramı oluşturacak bir negentropik hareketi başlattılar. Evrendeki entropi Bigbang'ten birkaç milyar yıl sonra artışını muazzam düzeylere çıkarmıştır. Belkide bu evrensel dinamik minik bir negentropik başlangıcı ateşledi. Bunu şu an bilmiyoruz. Ancak bunlar yaşamın ne kadar spesifik ya da ne kadar anlamlı olduğu konusunu açıklığa kavuşturmuyor.



Shakespeare beni affetsin, yaşamda anlam aramak ya da aramamak işte bütün mesele bu.



Burada bir önemli nokta daha vardır. Yaşamın anlamından kuşku duymayan kişiler de çokça intihar ederler. Burada intihar belkide sadece ciddi bir sorgulamayı temsil eder. Konun etrafında dolaşmak ya da başka yere çekmek değil, bu sorgulamayı yapmak ve cevabı dürüstçe vermek zorundayız.



Bir atesit olarak, diğer ateistlere soruyorum; yaşamın bir anlamı yoksa neden yaşayalım ?



Benim dinlerle tanrılarla en ufak bir alakam yoktur. Bu konu dahilinde bunlardan bahsedilmesini de manalı bulmuyorum. Buradaki soru basittir.



...[bitmedi]



Cuma, Mart 30, 2007

Bitmiş bir savaş KLAVYELER Q mu olmalı F mi

Adresdeki yazı fontlardan bahsetse de aslında klavye mevzusunun kökenine ilişkin bir gerçeği de barındırır.



Geçenlerde bir arkadaşımla internetten sohbet ettik. Paris'te bir kafeden yazıyordu. Kendisine ğ nin olmadığı bir klavye ile yazmak nasıl dedim ? Bana çok zor dedi.



Gerçekten de hayatta bize en zor gelen şeylerin başında alışkanlıklarımızı değiştirmek gelir. Sırf bu yüzden sigarayı bırakamaz, spor yapamaz v.s. ve çoğu zaman erkenden ölürüz. Bu şartlar altında düşünmekte fayda var.



Arkadaşımın yazdığı klavye bir tür Q klavye imiş. Yani bizim kullanıdığımız klavyeden Türkçe'ye has karakterleri çıkarıp, Fransızca'ya has karakterleri koyaraksak elde edebileceğimiz bir kalvye. Sonuç itibari ile benim yazı hızıma yakın bir hızda yazabiliyordu. Çünkü Q klavyeye alışıktı.



Çoğumuzun evinde bir daktilo yoktur. Benim çocukluğum ebeveynlerimin memur olması dolayısıyla F klavyeli daktiloların içinde geçmiştir. İlk kullandığım Q klavye bana gerçekten de çok ters gelmişti. İnsan her şeye alışıyor.



Vaktiyle not düşmüştüm gel zaman git zaman bu konu gene ortaya çıktı. Buradaki sorun Q ya da F sorunu değildir. Aslında bu o kadar da önemli değildir. Türkiye'ye girecek ve ticaret yapacak firmalar için alınması gereken tedbirler alınmamış ve olay yıllar sonra böyle patlamıştır. Buradan alınacak dersler ise bu bitmiş savaşın küllenmeyen ateşine kurban veriliyor.



Q kalvyeden milyarlarca üretiliyor. Bu üretim bantlarından ucuna köşesine harf sıkıştırılarak elde edilmiş birçok dilde qwerty klavye çıkmaktadır. Bunlar düşük maliyeti ile piyasayı ele geçirmiştir. Bu gerçeği inkar etmemek gerekir. Serbest piyasa ekonomisinin hüküm sürdüğü heryerde bir korumaya da ihtiyaç vardır. Yoksa herşeyiniz silinir gider.



Kötü yönetim ve dar görüşlülük örneği olarak dillerimiz, kültürlerimiz daha birçok şeyimiz böyle erimektedir. Oysaki bunlar korunmalıdır. Daha bugünlerde Google tüm dilleri birbirine çevirecek bir sistemi duyurdu.



Diyeceğim o ki giden gelmiyor. Bu noktadan sonra milyonlarca insana F klavye öğretemezsiniz. Devlet korumaya almadığı sürece F klavye yaşayamaz. Bu konuda eğitim almış kişilerin bile kendi klavyelerine "default" ulaşamadıkları bir ülkede yaşamaktayız. Çünkü ben ve benim gibiler artık klavye değiştiremekle uğraşamazlar. Bu tür işler topyekün yapılmalı ya da hiç yapılmamalıdır. Ziyadesiyle olay çoktan geçmiş, savaşta bitmiştir.



Bu savaşın galibi çıkar çevreleridir. Bu tür değerler şahıslarca korunamaz. Elin Google'ı olmasa dilimizi bile belki koruyamayacaktık demekten kendimi alamıyorum. Elbette ki "default" sözcüğünün tam bir türkçe karşılığının olmaması da benim suçum değildir. Bu tür işler için maaş alanların görevlerini üstlenmekten, açıkçası bıktım.

Çarşamba, Mart 14, 2007

Yürüme bandında dans

Perşembe, Mart 01, 2007

Pakistanlı koca karısının böbreğini traktör almak için sattı

kaynak



Pakistanlı koca karısının böbreğini traktör almak için sattı



ISLAMABAD - Pakistan'da Polis merkezinin kayıtlarına bir adamın karısının böbreğini traktör almak için satması geçti.



Doktorlar üriner sistem enfeksiyonu nedeniyle hastaneye başvuran kadının çok kötü bir cerrahi operasyon geçirdiğini ve bir böbreğinin

olmadığını fark etti.



Kurban üç yıl önce evlenmiş. Organın yaklaşık bin dolara satıldığı söyleniyor. Bu organlar Amerika'da yüz bin dolardan satılıyor.

Cumartesi, Şubat 17, 2007

Türkiye'den bir 'hayvan hakları' klasiği

14 Kasım, 2006 17:13:00 kaynak

Türkiye'de hayvanlara ve onların 'hak'larına verilen değeri özetler nitelikteki bu kare, 'Anadolu Basınını Özendirme Yarışması'nda birincilikle ödüllendirildi.





Başbakanlık Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü'nün düzenlediği yarışmada, Kastamonu Anadolu Ajansı muhabiri ve Kastamonu 'Sözcü' gazetesi haber editörü İzzet Sarı, 'Sıcağa Dayanamadı' başlıklı bu fotoğrafıyla birincilik ödülünü almaya hak kazandı.


___________________________________

Bazı şeyler ...
Olmaması gereken şeyler..
___________________________________

Pazar, Şubat 11, 2007

Haysiyeti olmayan Gazete ZAMAN

İlgili linkteki yazıyı görünce, başımdan aşağı kaynar sular döküldü sanki. Vaktiyle bağlantıdaki bu makaleyi çevirmiştik. Sonra da birkaç yere koymuştuk. Gel zaman git zaman olay döndü bizi buldu. Bu yazıları görünce yıllardır yayınladıkları her haberin yalan olduğuna olan inancım arttı. Meğer bütün olay buymuş. Meğer basın böyle bir güçmüş. Bizler birkaç kişi tesadüfen bu yazıyı çevirdik ve siteye koyduk. Onlar ise yıllardır organize bir biçimde halkı kandırıyorlarmış. Aslında beni dava etmelerini çok istiyorum. Bu blog da incelensin. Ancak böyle bir olay Zaman gazetesi'nin bu yalan haberi için bir düzeltme yayınlamasına sebep olabilir. Bunu göze alamazlar. Onlar sadece sinsice işlerini yapan haysiyetsizler. Koskoca Time dergisi'nin yayınını göz göre göre yalan ettiler. Koskoca ülkeye yalan söylediler. Dediğim gibi bu sadece benim tesadüfen fark ettiğim bir olay. Artık gerisini sizler düşünün.

Cuma, Şubat 09, 2007

Negentropi Devam

Bildiğiniz gibi organik ve inorganik kimya kavramları vardır. Bunlar aslında yıkılmış kavramlardır. Yanılmıyorsam 1873 yılında yapay yoldan ürenin elde edilmesiyle inorganik maddeden organik madde sentezinin olabileceğinin farkına varılmıştır. Kimya böylece birleşmiştir. Tabi ki konular ve üzerinde açlışılacak mecralar arttıkça, kategorizasyon sınıflandırma gibi faliyetler birer zorunluluk olmuştur. Bu bakımdan eski manasını yitirmiş olsa da hala organik ve inorganik kimyanın ayrımından bahsederiz.



Organik ve inorganik kimya örneğini vermemdeki sebep bunu biraz canlı-cansız ayrımına benzetmemdir. Bence bu durum da suni bir ayrımdan ibarettir. Canlılık bence nereden baktığınıza göre değişir. Zira virüslerin, prionların etrafındaki molekülleri kendine benzeten kristallerin evreninde yaşıyoruz. Bu bakımdan bence canlılık diye bir ayrım yoktur. Evrende tespit edebildiğimiz entropik bir birikme söz konusudur. Öyleki sonsuza yakın yeterince uzun yaşarsa evren tamamen ısı ve ışığa bozunacak gibi duruyor. Yani en temel ilke çok kuvvetli ve logaritmik bir artış gösteriyor. Bunun yanı sıra entropinin gene kendisi bu durumun bir yerlede düzen doğuracağını da söylüyor. Bu kısımlar çok karışık ve zor bazı denklemlerin bir sonucu. Bunlar aslında sürekli gözlenen bazı olaylar.



Şunu söylemek mümkün ki canlılık dediğimiz hadise evrendeki bir negentropik sonuçtur. Yani başka bir değişle evren patladığı, ışıdığı, ısıdığı, bozunduğu gibi bir yandan da düzen doğurmaktadır. Canlılık dediğimiz hadise de artan bir negentropi içeren fenomendir. Evren hakkındaki bilgilerimiz arttıkça başka negentropik hadiselerle daha karşılaşabiliriz. Dünyanın bir gezegen güneşin bir yıldız olduğunu fark edeli sadece birkaç yüzyıl oldu. Bence daha keşfedilecek ve temel prensipleri doğrulayacak çok şeyle karşılaşırız. Canlılık evrende bir istisna değildir. Sadece artan entropinin bir sonucu biriken negentropik bir fenomendir.

Cumartesi, Şubat 03, 2007

Negentropi

Negentropi Erwin Schrödinger'in "What is life" adlı kitabında bahsettiği bir fenomendir. Evrene ilişkin tespitlerimizle ilgili bir sonuçtur. Belki de bu yüz yılın en büyük keşiflerinden olan termodinamiğin ikinci ilkesi, yani entropi'ye ilişkin bir yaklaşımdır. Negentropi negatif bir entropiden bahseder. Bu da yaşamın ta kendisidir. Öyle ki geçenlerde okuduğum nöroloji ile ilgili bir yazıda da beyindeki bu karmaşıklığın altında negentropik bir fenomenin yattığından bahsediliyordu. Aslında evrene ve canlılara ilişkin sürekli bahsettiğimiz bir gizem vardır. Hatta bunu http://video.google.com/videoplay?docid=-2260129385438753065 adresindeki videoda Nobel ödüllü fizikçi Steven Weinberg'de söylüyor. Burada dikkat edilecek hususun şu olduğunu söylemek gerekir; bu metafiziksel bir yaklaşım değildir. Bu bir bilinmeyeni başka bir bilinmeyene bağlayarak onu çözdüğünü iddia etme işi de değildir. Bu evrendeki en temel dinamiğe ilişkin, evrendeki sürekli ısı birikmesine ve tek yönde akan entropi'ye ilişkin bir tespittir. Evrendeki entropi o kadar büyüktür ki yaşam negentropik diyebileceğimiz bir düzenliliktir. Bigbang'ten bu yana evrende düzensizlik artmaktadır. Evrendeki reaksiyonların çoğu irreversible'dır (geriye dönüşsüz). Bu tek yönlü hareketin özünde entropi ve kaos yatmatadır. Oysaki yaşam bu kaosun içinde negatif entropik bir düzen şeklinde belirmektedir.


Yaşam değişimin ve hareketliliğin sürekliği ile ilgili bir fenomen midir ? Yani yaşam diyalektik bir fenomen midir ? Aslında bunu dışlamak yanlış olur. Zira yaşama ilişkin bilgilerimiz bize tam da bunları söylemektedir. Milyarlarca yıldır süren bir akış vardır. Süreklilik, değişim ve gayet de hareketlilik içeriyor. Yoksa yaşamın bu şekili süreçten mi kaynaklanıyor ? Yani evrenin diyalektik yapısının bir gereği olarak mı yaşam da diyalektiktir ? Diyalektik yaşamın varoluşuna ilişkin bir açıklama getirmekten uzaktır. Yaşamın varoluşunu en iyi tespit eden yaşamın negentropik bir fenomen olduğudur. Bu tespit aynı zamanda süreci de açıklamaktadır. Zira negentropik bir fenomen olarak başlayan yaşamın gitgide daha karmaşıklaşması diyalektikle değil ancak negentropi ile açıklanabilir. Evrendeki süregelen diyalektik entropi ya da negentropi yönündeki gidişi açıklamaz. Oysaki yaşam düzensizlikten doğmuş ve termodinamik kanunların tersine bir hareketliliktir. Aynı zamanda olması beklenen; yani diyalektik için anlamı olmayan fakat entropik olarak anlamlı olan canlılığın sürekli olarak enerji biriktirdiği görülür. Bu enerji hareketlilik, süreklilik, yaşam ve değişimin temelini oluşturur. Oysaki entropi gereği enerjideki artış kaos'u tetiklemelidir ve bu da diyalektiktiğe uygundur. Canlılık diyalektik gereği değil, negentropi gereği gitgide karmaşıklaşmaktadır.

Cumartesi, Ocak 20, 2007

İfade Özgürlüğü ve Cinayet

Sindirerek okuyunuz, sonra da unutunuz. Kalp - akciğer rahatsızlığı olanlar, kuyruk acısı, baş - kıç ağrısı olanlara tavsiye edilmez. Okuduktan sonra beklenmedik bir şeyle karşılaşırsanız, kan nakli gerekebilir.

Bir özgür ifadeye göre derhal damarlarımdan kirli Türk kanının boşaltılması gerekiyormuş.

"Duramam" diyor bazıları artık bu ülkede. İfade özgürlüğü yokmuş, yani ziyadesiyle! Zaten İngiltere'de de Fransa'da da herkes damarlarındaki kirli kanlarından şikayetçiymiş. O bakımdan oralarda böyle suçlar da yokmuş. "Yani olacak iş değil", diyor bazıları. Hem de tam da Ermeni diaspora'sına Türkiye'deki iyi insanları anlatmak için kaleme alınmış bir makaleden dolayı. İşte tesadüfe bakın ki tam da o makalede geçiyormuş kirli Türk kanı. Bu gerçekten, ama bu kadar mühüm mi ? Önemli olan ekonomideki istikrar değl miydi ?

Şimdi 2006 yılında nobel edebiyat ödülünü aldık. Ermenistan da haklı olarak sınırımızı açmamız için bastırıyor. Arkadaşlar bakınız hem o bölgenin kalkınması da var!

Yahu müslüman değil miyiz biz ? Hacc-ı Ekber'den hacılarımız daha yeni gelmedi mi ? Şeytan taşlıyalım arkadaşlar.

***Dikkat dikkat! Bundan sonrası kimisine göre ifade özgürlüğü*ne girmez.
Temiz Ermeni kanı kaldırımları suluyor, olacak iş değil. Vaktiyle İstanbul'da bir bomba patlamıştı bir sinagog'a yakın. O zaman da temiz Yahudi kanıyla sulanmıştı heryer.

Arkadaşlar bu ifadeyi okuyun ve unutun! Böyle laf olur mu ? Bunu hangi batı ülkesinde söyleyebilirsiniz ?

Asala kirli türk kanı'nı akıtırken, başı öne eğik gezen Ermeniler varmış! Hem de Türkiye'de. Yazık vah vah! Şimdi temiz Ermeni kanı akınca herkes Ermeni oldu birden. Azerbaycan'ın dörtte biri işgal altında, 1.5 (bir buçuk) milyon mülteci var. Türkiye - Gürcistan - Azerbaycan arasında demiryolu kurulması için anlaşmalar tamamlandı.

Temiz Emeni kanı kaldırımları suluyor. Bazıları hala kuru milliyetçilik naraları atıyor. Nobel aldığımızı unutuyor. Önceden Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti diye bir yer vardı. Oraya artık kıbrıs sorunu diyoruz. Türkiye silkinip kendisine gelemiyor. Televizyon ekranlarında bu cümleler tekrarlanıyor. Sorunlarımızı gelecek nesillere bırakıyormuşuz. Nedir bunlar ? Ermeni sorunu mesela. Mesela Kürt sorunu oldu güneydoğumuz'un adı. mesela canım. Bazıları kabul etsek n'olur diyerek yaklaşıyor olaylara. Yani bazı şeyler doğru olsa da olmasa da, bir düşünelim ama di mi ? Yani ne önemi var gerçeklerin ? Mesela Ermeni tehcirinden önce 500.000 (beş yüz bin) Kirli Türk kanı akmışsa n'olmuş ? Sen asıl kaç temiz Ermeni kanı akmış onu hesaplamalısın. Bir dakika, Bir dakika, böyle mi değil mi ? Ben mi karıştırıyorum ? Sorunlan soru şu değil mi ? Gerçekten 1.5 (bir buçuk) milyon Ermeni öldü mü ? Sonraki soru da öldü mü, öldürüldü mü ? Hiç soran, hesaplayan duydunuz mu kaç "kirli kanlı" Türk ölmüş ? Yoksa bunlar öldürülmüş mü ? Aman ne komik şey! Mesela dedik ya bir kere, kaç kirli Türk kanı akıtmış Asala ? Bilen var mı ? Sakın ha sakın akan temiz kanları saymayı unutmayın.

Gidiniz kanınızı değiştiriniz.

Bir soysuz Ermeni ölmüş, öldürüldü deniliyor! Belki Cia kongredeki karar için altyapı olsun diye yaptı, yaptırdı ? Belki Kerkük'teki gözlerimizden rahatsız oldular. Bu zat-ı muhterem, Ermeni yetimhanelerinde büyütülmüş, bir nefer. Belki kanı Türk'tü ama o da bilmiyordu.

Sinagog patlamasından sonra bölgeye İsrail'den ekipler gelmişti. Bilmem hatırlayanınız var mı ? Temizlik ekipleri soylu Yahudi kanını temizlemekle görevliydiler. Ölmekte olan bir yahudiye sizler kan bile veremezsiniz. Bunları biliyor muydunuz ? İşte bu yüzden, gidiniz kanınızı değiştiriniz.

Sabah akşam faşist faşist diye beynimizi öpen denyolar da var. İyi bak salak oğlum.

*
Ben Apo dahil Saddam dahil kimsenin idamına, böylece infazına karşıyım. Paşa paşa hapis yatsaydı keşke bu dank dink dunk. Adam öldürerek onlara benzeriz. Onlar gibi soysuzlaşmamak lazım.

Aşağılık bir şekilde ırkçılığa maruz bırakılarak, ezilerek, en temel haklarımızdan vazgeçirilerek, özüne sahip çıkmanın aşağılanmak olmasıyla karşı karşıyayız. Milliyetçiliğin çağdışı, moda dışı, trend dışı olduğu bu ortamda, yalanlara gerçek, gerçeklere yalan diyerek. Böylece köpekleşerek, böylece ermenileşerek yaşamak diyorsan, bu yürek çat diye çatlasın ulan!

Hepiniz Ermeni olmayın, birazınız da yahudi olun, kürt olun, süryani olun! Beni üzmeyin.

Pazar, Ocak 14, 2007

Mustafa Kemal'e saldırmanın dayanılmaz ezikliği

Bu aralar bir jakoben yakıştırmasıdır gidiyor.



Devleti her zaman elitler yönetir. asıl sorun iktidarın halk tarafından
dize getirilmesidir (Bertrand Russell). Lenin menin bunların yaptığı
işin halk tabanlı, Mustafa Kemal'in yaptığı işin tepeden inme olduğunu
söylemek subjektif bir yorumdur. Ayrıca jakoben türü sözcükler belirli
bir zümrenin dilidir (aynı jargon sözücüğü gibi).



Hayatta bazı
ezik yaklaşımlar vardır. Mesela kendini ya da kendi düşüncesini
yüceltmek için başkalarını ya da başkalarının düşüncelerini aşağılamak
gibi. Bunu yapanların aslında kendisi ya da düşünceleri aşağılıktır. Bunlar sağa sola çamur atarak onlardan olmayanları yaftalarlar. Bunun
altında da kendi ezilmiş, silinmiş düşüncelerinin yarattığı hınç
vardır.



Mustafa Kemal ve devrimleri binlerce bağırış çığırış
arasında, yüzlerce görüş ve düşünce arasında, onlarca savaş ve göz yaşı
arasında hala dimdik ayaktadır. Türk gençliği ata'sına bağlı onun
önderliğinde ilerlerken Lenin'in ve yoldaşlarının çocukları ondan
tiksinmektedir.



Vaktiyle bir takım ülkelerde sscb'nin
fonlamasıyla oluşturulmuş akıl ve mantık dışı komünist düşünce bazı
ülkelerde hala yaşamaktadır. Oysaki bu düşünce yeryüzünün gördüğü en
zalim ve emperyalist imparatorluk olan sscb'nin yayılma politikasının
adi bir kılıfıdır.



Dillerini, kültürlerini, edebiyatlarını,
müziklerini herşeylerini yok ettiği; sömürdüğü, aç bıraktığı, üzerinde
nükleer denemeler yaptığı, sürgünlere yolladığı orta asya halkları
yıllar boyunca komünizmi yaşadı. İşte sana jakobenlik işte sana Mustafa Kemal'e saldırmanın dayanılmaz ezikliği. İşte o ülkelere tepeden indi
komünizm ve bir gün ağız üstü bırakıldılar. Ruslar sıcak denizlerde
tatillere çıkarken, yıllık geliri 300 dolar olan eşitler* bıraktı
arkasında.



Mustafa Kemal'i ağzına almadan önce ağzını
çalkalaması gerekenler, at oynatıyor ortalıkta. Laf kalabalığı arasında
süslü sözlerle saklıyorlar hakaretlerini. Empati bile yapamıyorlar. Tarihi kendi fantastik hülyalarındaki olmayan ülkelerin, olmayan
liderleriyle kıyaslayarak yargılıyorlar. Bu hayaletlerle savaştırılıyor Mustafa Kemal.



Bir ellerinde geçekliğin ta böğründen kopmuş
arıdan arı, sudan duru bir elmas kaya. O kaya ki torosların en pak
sularıyla yıkanmış, bin yılların yolculuklarında heybelerde taşınmış. Yıpranmamış azimle bin yıllara direnmiş , aşınmamış, pürüzsüz. Öyle bir
elmas ki çağlara ışık tutuyor. Diğer ellerinde bozulmuş, pis, kofti
yumurtadan hayali ülkelerin hayali liderleri. İşte bunları birbirlerine
vuruyorlar. Ondan sonra kırılan yumurtadan elmasa bulaşan pisliği
elmastan biliyorlar. Bir şey ne kadar temiz ve safsa, o kadar da onu
kirletmek için gayret edenler vardır. İşte bu yüzden Mustafa Kemal'i
ağzına almadan önce birçoklarının ağzını çalkalaması gerekir.





powered by performancing firefox

Pazartesi, Ocak 01, 2007

Körler ülkesinde bir fil



Körler ülkesinin kralına başka bir diyardan bir fil hediye edilmiş. Kral körler ülkesindeki tek gözü olan kişiymiş. Veyahut Körler ülkesinde tek gözü olan kralmış. Kral file binerek ülkesini gezmeye başlamış. Bu arada filin ne olduğunu bilmeyen körler de dokunarak fili tanımaya çalışmışlar. Fil yanlarından geçerken kimisi filin kuyruğuna, kimisi hortumuna kimisi de bacağına dokunmuş. Sonra da file dokunmamış olan körlere ne hissetiklerini anlatmışlar. Kimisi filin ucu püsküllü ince bir hayvan olduğunu, kimisi filin sağlam boru gibi bir hayvan olduğunu, kimisi de filin sütün gibi sert bir hayvan olduğunu anlatmış. Gerçekte ise filin nasıl bir şey olduğunu bir türlü anlayamamışlar.